Omuz ve kol ağrısını hafife almayın
En sinsi hastalık Akciğer kanseri, omuz ve kol ağrısı ile kendini gösteriyor. Kansere neden olan tümör, 2’inci kaburganın üst kısmına, boyuna ve omuza yakın bölgede yapılanıyor. Burada bulunan sinir ve damarlara bası veya yayılım gösterdiğinden şiddetli omuz ve kol ağrılarına neden oluyor.

Akciğer kanserinin en sinsi türü olan ‘SST (pancoast tümörü)’ omuz ve kol ağrısı ile kendini gösteriyor. Tanısı bu yüzden gecikebiliyor.
SST (Superiol Sulkus Tümörü) denilen kanser türü 2’inci kaburganın üst kısmına, boyuna ve omuza yakın bölgede yapılanıyor burada bulunan sinir ve damarlara bası veya yayılım gösterdiğinden şiddetli omuz ve kol ağrılarına neden oluyor. Geçmişte cerrahi müdahale ile tedavisi mümkün olmayan hastalıkta günümüzde kemoradyoterapiyi takiben cerrahi müdahale de yapılabilir hale geldi. Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan, Multisipliner bir tedavi yaklaşımı ile bu hastaların yaşam süresinin ve konforunun yükseltilebileceğini belirtti.
Bu tarz tümörlerin klasik akciğer tömürü belirtilerinden farklı belirti verdiğinin altını çizen Doç. Dr. Özkan Demirhan.”His duyusunu sağlayan sinirleri etkiliyor ve kolun hareketini engelliyor. En belirgin özelliği şiddetli omuz ve kol ağrısı ile kendini gösteriyor. Bu ağrılar zamanla kola doğru yayılıyor ve kolda güçsüzlüğe neden oluyor. Daha ileri boyutta yüzü de etkileyebiliyor. Göz kapağının ya da göz çukurunun içeri kaçması gibi belirtiler gösteriyor”şeklinde konuştu. Damarsal yapıya baskı veya tutulum olmasından dolayı kolda şişme de görülebilir” dedi.
“Tanısı konulamayan omuz ve kol ağrısında göğüs cerrahisine başvurun”
Belirtilerinden dolayı SST tanısında geç kalındığına dikkat çeken Doç. Dr. Özkan Demirhan,”Omuz ve kol ağrısı şikayetleri ile insanlar genellikle Fizik Tedavi, Ortopedi ya da Nörolojiye başvuruyor. Buralarda ‘SST’ bulgusu olabileceği ihtimali atlanıyor doğal olarak. Hasta zaman kaybediyor ve hastalık ilerliyor. Tanısı konulamayan bir omuz ve kol ağrısı söz konusu olduğunda hastaların mutlaka göğüs cerrahına da başvurmaları hayati önem taşıyor. Düz akciğer grafisi genelde tanı koymada yetersiz kalıyor bu hastalıkta. SST’de akciğer grafisi temiz çıkabilir ve hastalık kolaylıkla atlanabilir. Bundan dolayı bilgisayarlı tomografi ile bakmak daha doğru sonuç verecektir. Tomografide şüpheli bir duruma rastlanması halinde durumun daha iyi değerlendirilmesi açısından hastalar MR’a yönlendirilir. Daha ileriki şamalarda da hasta biyopsi için yönlendirilir. Ayrıca PET CT ile de sistemik tarama yapmak gerekiyor. En sık beyne yayılan akciğer kanser türü olan SST tümöründe beyin taraması için MR çekilmesi de hayati önem taşıyor” ifadelerini kullandı.
“Multidisipliner tedavi yaklaşımı yüz güldürüyor”
Son yıllarda pek çok rahatsızlıkta başarılı sonuçlar veren Multidisipliner Tedavi Yaklaşımının SST’de başarılı sonuçlar verdiğine değinen Demirhan,”Geçmişte bu hastlalara cerrahi müdahale yapılamıyordu. Ancak 1956 yılında Chardack ve MacCallum’um radyoterapi kombinasyonu ile ilk başarılı cerrahi girişimlerinin ardından SST’de radyoterapi sonrası operasyon yapılması gelenek haline gelmiştir. 1990’larda kemo-radyoterapiyi takiben cerrahi girişim SST için standart tedavi olarak kabul edilmiş ve günümüzde de halen kullanılmaktadır. Multidispliner Tedavi yaklaşımı ile sağ kalımı oranını 5 yılda yüzde 35 – 60’ lara ulaştığı görülmüştür. SST’lerin de mültidispliner bir cerrahi yaklaşımın yanında mutlaka konsey kararı ile Kemoterapi ve Radyoterapi öncesi ve sonrası çok dikkatli değerlendirilmesi gerekir. Çünkü anatomik zorluklardan dolayı hastaya gereksiz bir işlem yapmak hasta ve hekim açısından istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Kemoterapi – Radyoterapi sonrası 4-6 haftayı geçirmeden güncel radyolojik değerlendirme ile operasyona karar verilmelidir. Hangi cerrahi teknik ve cerrahi kesi kullanılacak olursa olsun onkolojik prensiplerden ödün verilmemelidir” dedi.
Havuzdaki tehlikeye dikkat
Tatil yapma fırsatı bulamayanların bunaltıcı sıcaklarda akın ettikleri havuzlar dolup taşıyor. Ancak yeterince temizliğin yapılmadığı havuzlar mikrop yuvası haline dönüşebiliyor. Uzmanlar havuz kullanıcılarını çeşitli tehlikelere karşı uyarıyor. Hijyenik şartların tam olarak yerine getirilmemesi halinde havuzlar başta çocuklar olmak üzere herkes için büyük tehlike arz ediyor. Sıcaklarda mikroorganizmaların üremesine elverişli bir ortam oluştuğu için havuzlara kapasitelerinin üstünde insanın giriş yapılmasına izin verilmeli ve su sıcaklığının 27 derecenin üstünde olmaması gerekir. Su sıcaklığı 27 dereceden yüksekse ve çok kalabalıksa o havuza girilmemelidir.En büyük tehlike halka açık havuzlarda olduğu için bu havuzları işleten belediyeler ve/veya özel işletmelerin halk sağlığını korumak için çok dikkatli olması gerekir. Havuzların temizliğinin sağlanması ve periyodik bakımları çok önemli olduğu için bu işi uzman bir kadronun yapması çok önemlidir. Havuzların sezon öncesinde uzman bir ekip tarafından kontrol edilerek tüm eksiklerinin giderilmesi gerekir. Özellikle makine dairesindeki cihazların elektrik ve mekanik bakımları yapılmalıdır. Bu bakımlar ihmal edildiğinde kısa süre önce yaşanan ölümcül kazalar kaçınılmaz olabiliyor.Havuzların açık olduğu sezonda da bir dizi talimatın yerine getirilmesi önemli. Havuzlarda su sirkülasyonu yapan cihazlar olması ve doğru kimyasalların uzman bir ekip tarafından düzenli olarak kullanılması gerekir. Günümüzde geliştirilen otomasyon sistemleri ile kimyasallar zamanında ve uygun miktarlarda yapılabiliyor ve yanlış, eksik veya fazla kullanılan havuz kimyasalları ise insan sağlığı için tehdit oluşturuyor. Uygun miktarda kullanılmayan temizlik kimyasalları, başta göz ve cilt rahatsızlıkları olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açabilir.
Uçakta panik atak belirtisine dikkat
Yrd.Doç.Dr. Rıdvan Üney, “Panik atak belirtileri ile kalp krizi belirtileri birbirine benzemektedir. Bu nedenle panik atak geçirenler korku yaşamaktadırlar. Esasen panik atak kişinin ölümüne neden olmaz, ancak kalp krizi ölüme neden olabilen bir durumdur. Uçakta bulunmak; panik atak geçiren kişi için sağlık kuruluşuna ulaşamamak anlamına geldiği için, bu durumda daha fazla dehşet yaşar” dedi. Yrd.Doç.Dr. Rıdvan Üney, uçakta, panik atakla kalp krizi ayırt etme yöntemlerini şöyle sıraladı:“1. Panik atak genelde; daha genç insanlarda görülmekte iken, kalp krizi ise genelde 50 yaşından sonra görülmektedir.2. Panik atak genelde kaptan pilotun o anda kaç metre yükseklikte oldukları anonsu sonrası ya da oluşan bir türbülans(hava boşluğu sonucu sarsıntı) sonucu başlarken, kalp krizinin bu durumla bir bağlantısı yoktur.3. Uçakta panik atak geçiren kişiler halen ya da daha önce uçak korkusu, panik bozukluk, endişe (anksiyete) bozukluğu tedavisi görmüş ya da görmektedirler. Uçağa bindiklerinden itibaren çoğunlukla kaygılıdırlar.4. Kalp krizi geçirenlerde göğüs ağrısı bıçak saplanır tarzda çok şiddetli iken, panik atakta göğüste iğne batar tarzda ve daha çok sıkıntı şeklindedir.5. Kalp krizinde göğüs ağrısı dinlenmekle azalırken, panik atakta hareket ettikçe azalır.6. Kalp krizinde daha çok soğuk terleme olurken panik atakta sıcak ya da soğuk basması tarzında şikâyet olur.7. Kalp krizinde kişi derin nefes alamazken panik atakta derin nefes almasına rağmen nefesi yetmeyecekmiş hissi yaşar8. Panik atakta kalp krizinden farklı olarak kontrolü kaybetme korkusu, etrafın ve kendinin yabancılaşması hissi olur.9. Kalp krizinde mide bulantısı, kusma, bayılma durumu daha sık görülür.10. Panik atakta bilinç kaybolmaz ve etrafın farkında olmaya devam ederken, kalp krizinde bilinç kaybı olabilir. Gözlerinizde kızarıklık varsa ihmal etmeyinYanlış beslenme öldürebiliyorSusuzluk gergin ve sinirli yapıyor
Sıcak havalarda baş ağrısı ve kusmaya dikkat
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Tatlı, güneş altında çok vakit geçirmenin güneş çarpması kadar beyin kanamalarına da yol açabileceğine dikkat çekerek, baş ağrısı, kusma, görme ve konuşma bozukluğu gibi belirtilerle ortaya çıkabilen beyin kanamasına zamanında müdahale edilmediği takdirde kalıcı sakatlık ve hayati tehlikeye neden olabileceğini vurguladı.Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Tatlı, sıcak havalarda beyin kanaması ve beyin anevrizmalarından korunma yöntemleri hakkında bilgi verdi. Yaz aylarında güneşin neden olduğu yüksek hava sıcaklığının tansiyonun zararlı etkisini artırarak sonu ölüm ve sakatlıkla sonuçlanabilen beyin içi kanamalara neden olduğunu anlatan Tatlı, “Beyin damarları yaş ilerledikçe yıpranır ve elastiki özelliklerini kaybeder. Bu nedenle özellikle tansiyonu olan yaşlı insanlarda sıklıkla yaz aylarında direnci yeterince azalan beyin damarları yırtılarak beyin kanamaları oluşturabilir. Beyin dokusunun zedelenmesi ya da damarlarının yırtılması sonucu ortaya çıkan ve yaşamsal tehdit oluşturan beyin kanamaları, bazen travmatik bazen de farklı nedenlerle ortaya çıkabilir. Başın darbe alması olarak tanımlanan travmalar, darbenin geldiği yer ve kafada yarattığı hasara bağlı olarak beyin kanamasına neden olabilir. Ayrıca hipertansiyon, damar hastalığına bağlı olarak gelişen anevrizmalar, tümörler ile bazı kan hastalıklarında da bu soruna rastlanabilir. Diyabet ve hipertansiyon hastaları ile sigara içenler ve obezite problemi olanlar beyin kanaması bakımından birinci derecede risk grubunda yer almaktadır” dedi.Yaşlılar ve düşme riski olanlar dikkatYaşlı ve düşme riski olanlar, ailesinde anevrizma ve damar yumağı gibi hastalıkların bulunduğu kişiler ile polikistik böbrek hastalarının ikinci derece risk grubunda yer alabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Tatlı, “Beyin kanamasından korunmak için ailesel sağlık öyküsünü iyi bilmek, belirtileri önemsemek, düzenli sağlık kontrolünden geçmek, doğrudan güneş altında kalmamak, travmaya neden olacak ortamlardan uzak durmak büyük önem taşır. Özellikle aşırı sıcak havalarda beyin kanaması, ani ve şiddetli baş ağrısı, bulantı-kusma, konuşma güçlüğü, baş dönmesi, nöbet geçirme, görsel bozukluklar, kısmi veya tam körlük, görme alanı kayıpları, ince motor hareket bozuklukları, duygusal problemler, depresyon, kavramsal güçlükler, konuşma ve algısal problemler, davranış değişiklikleri, denge ve koordinasyon bozuklukları, konsantrasyon güçlükleri, kısa dönemli hafıza problemleri, bilinç bozukluğu ve koma halinde ortaya çıkabilir. Bu durumdaki kişilerin vakit geçirmeden tam donanımlı bir sağlık kuruluşuna ulaştırılması önemlidir” diye konuştu.“Cerrahi ve klipleme yöntemleri uygulanıyor”Açık cerrahi tedavinin, anevrizmalı hastalara uzun zamandır uygulanan ve altın standart olarak kabul edilen bir uygulama olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tatlı, şunları söyledi:“Anevrizmayı kapatmak için gerçekleştirilen bu ameliyat, genel anestezi altında hastanın kafatasında küçük bir pencere açılarak yapılır. Çıkarılan kemik, ameliyat bitiminde tekrar yerine yerleştirilir. Çevre beyin dokusundan ve damarlardan sıyrılan anevrizmanın boynu, genelde titanyumdan yapılan bir tür küçük mandalla kapatılır. Bu sayede sorunun köken aldığı damarda normal kan akımının devam etmesi sağlanır. Kullanılan mandalların kalıcı olduğunu ve vücuda kesinlikle herhangi bir zarar vermez. Normal koşullarda anevrizma cerrahisinden sonra üç-beş gün süreyle hastanede kalınır, sonrasında da üç-dört hafta ev istirahati uygun olur. Kanamış anevrizmalarda hastalar bir hafta ya da daha fazla süre hastanede kalabilir. Anevrizma cerrahi olarak kapatıldıktan sonraki beşinci yılda takip anjiyografisi gerekebilir.”Ameliyatsız yöntemlerSon yıllarda geliştirilmiş bu yöntemin, kardiyologların kalp veya vücudun büyük damarlarındaki tıkanıklıkları açma işlemine benzerlik gösterdiğini de dile getiren Tatlı, sözlerini şöyle sürdürdü:“Yüksek cerrahi riski bulunan ve kötü nörolojik tablodaki hastalarda ya da zor yerleşimli bazı anevrizmalarda uygun bir tedavi seçeneği olarak ortaya çıkar. Bu yöntem genel anestezi veya sedasyon altında yapılabilir. Minimal invaziv olduğu için müdahaleye bağlı yan etkisi az olan damar içi tedavide, kafatasını açmak gerekmez. Uygulama sonrası erken dönem komplikasyonu daha az olur ve kanamamış anevrizmalı hastalar bir-iki gün içerisinde taburcu edilebilir, 7-15 gün arasında hasta gündelik yaşamına dönebilir. Yaz aylarında bu kurallara uyun, beyin kanaması riskini en aza indirin. Güneş ışınlarının etkisinin yüksek olduğu saat 12.00-16.00 saatleri arasında açık havada dolaşmamaya özen gösterilmeli. Su kaybına karşı bol su içilmeli. Alkollü ve asitli içeceklerden uzak durulmalı. Açık havada geniş kenarlı şapka kullanılmalı. Fazla kilolarınızdan kurtulmaya çalışılmalı. Düzenli spor yapılmalı. Stres en aza indirilmeli. Sigaradan uzak durulmalı. Tansiyon ve kalp hastaları ilaçlarını zamanında ve düzenli olarak almalıdır.”
KAYNAK : Yenişafak